Rekabet Kurulunun bankalar hakkında verdiği önemli kararın gerekçesi geçtiğimiz hafta açıklandı. Hazır gündem bankalar iken, ben de bankacılık ve finans endüstrisi için regülasyonun neden gerekli olduğunu kısaca hatırlatmak istedim.

Regülasyonsuz yapamayan endüstriler

Kaba bir benzetme ile herhangi bir piyasanın işleyişi biyolojik evrimin işlemesi ile özdeşleştirilebilir. Doğadaki evrim nasıl çeşitli yaşam formlarını ortaya çıkarıyorsa, iktisadi evrim de insan hayatını kolaylaştıran ve ona değer katan ürün ve hizmetleri ortaya çıkartır. Bu evrim sürecinin gerçekleşmesindeki temel motivasyon hayatta kalmaktır. İlkinde canlıların, ikincisinde ise girişimlerin hayatta kalma motivasyonu söz konusudur.

Diğer endüstrilerde olduğu gibi finans endüstrisinde de ayakta kalmak ürün ve hizmetlerden elde edilen kâra bağlıdır. İmalat sanayide faaliyet gösteren bir firma pazarda yeni bir ürüne ihtiyaç duyulduğunu algıladığında nasıl bu ihtiyacı karşılayacak bir ürün geliştiriyorsa, benzer şekilde finansal kurumlar da kâr elde etmek için kendilerinin ve müşterilerinin ihtiyaçlarını karşılayacak ürün ve hizmetler geliştirir.

Ancak, birçok endüstri için doğru işleyen bu sistem, bazı endüstriler için beklenen sonuçları vermeyebilir. Ekonominin bütünü açısından bakıldığında finans endüstrisindeki yeni enstrümanlar ve yatırım araçları her zaman refah arttırıcı bir etkiye sahip olmayabilir. Bu durum aslında bu endüstrilerde kalıcı bazı aksaklıkların olduğuna ve regülasyonun gerekliliğine işaret eder.

Bankacılık ve finans endüstrisi neden regüle edilmelidir?

Bankacılık ve finans sisteminde asimetrik bilgi ve buna bağlı makro risklerin varlığı sebebiyle regülasyon gereklidir.

Örneğin finansal kurumlar yüksek getirilerinden dolayı riskli varlıklara yatırım yapmayı ya da riskli yatırım araçlarını kullanmayı uygun bulabilirler. Fakat bu getirilerin gerçekleşmemesi bu finansal kurumları iflasa sürükleyecektir. Aynı zamanda bu kurumlara para yatıran veya kredi veren, fakat parasının nerede değerlendirildiğini tam olarak bilmeyenleri de kayba uğratacaktır.

Bu aksaklık sadece söz konusu finansal kurumu ve müşterilerini ilgilendiriyormuş gibi gözükebilir. Zira regüle edilen diğer endüstrilerde (iletişim, havayolu taşımacılığı gb.) başarısız firmaların elenmesi çok ciddi sorunlara yol açmaz. Oysa taşıdığı makro riskler sebebiyle, finansal kurumlar için aynı şeyi söyleyemeyiz. 2008’de başlayan ve hala tüm dünyanın içinden çıkmaya çabaladığı finansal kriz bunun somut bir kanıtıdır.

Regülatörlerin elinde ne var?

Bankacılık endüstrisi ile ilgili regülasyonları temel de ikiye ayırabiliriz:

  • Bankaların bireysel olarak batmasını ve bunun maliyetini sınırlamaya, ayrıca mevduat sahiplerini korumayı amaçlayan mikro ölçekli regülasyonlar (örneğin mevduat sigorta fonları)
  • Bankacılık sistemini bütünsel olarak korumayı ve sistematik banka krizlerinin maliyetini ve ortaya çıkma sıklığını düşürmeyi amaçlayan makro ölçekli regülasyonlar (örneğin BASEL I, II, III)

Küresel düzeyde bankacılık sisteminin düzenlemesine dair kuralların ilki (BASEL I) 1988 yılında 30 sayfalık bir doküman olarak ortaya kondu. 2004 yılında revize edilen yeni düzenlemeler (BASEL II) ise, 350 sayfalık daha kapsamlı bir yapı sunuyordu. Bu revize düzenleme ile sermaye gerekliliklerinin yanında denetleme süreçlerinin iyileştirilmesi ve piyasa disiplinin devreye sokulması amaçlanıyordu. Çok da başarılı olmadığı ve yetersiz kaldığı 2008 krizi ile anlaşıldı.

2010 yılında üzerinde uzlaşılan BASEL III ise, karmaşıklığı ve girift yapısı ile aklı başında iktisatçıların halen yoğun ateşi altında. Mesela İngiltere Merkez Bankasından A. Haldane “Köpek ve Frizbi” adlı makalesinde BASEL III’teki karmaşık düzenlemeleri, bir köpeğe fizik eğitimi vererek frizbi yakalatma çabasına benzetiyor. Zaten karmaşık olan finans siteminin karmaşık bir sistem ile regüle edilemeyeceğini de, ateşin ateş ile söndürülemeyeceğini ifade ederek anlatıyor.

Daha öncesinde benzer eleştiriler  J.-C. Rochet’den de gelmişti. Rochet temel meselenin regülasyon değil denetleme olduğunu ve denetleyicilerin düzeltici tedbirleri zamanında almaları gerektiğini şu sözler ile açıklıyor: “Canlı (açık) bir banka ölü (kapalı) bir bankadan daha değerlidir.”

Regülasyonun yanında rekabet de ister miyiz?

Bankacılık ve finans endüstrisinin, regülasyonun piyasa disiplini ile harmanlanmasından fayda sağlayacak endüstrilerin başında geldiğini söyleyebiliriz. Bu yaklaşım aslında BAZEL’lerde de yer alıyor fakat nedense hep regülasyonun gölgesinde kalıyor.

Oysa, basitleştirilmiş regülasyon kuralları ve politikalar ile piyasa disiplini ön plana çıkartılabilir. BASEL III’ün işaret ettiğinin aksine, daha az karmaşık ve anlaşılır bilgilerin ifşa edilmesi piyasa disiplinin yaratılmasına yardımcı olabilir. Böylelikle, J.-C. Rochet’nin söylediği gibi, gereğinden fazla risk taşıyan bankalar, düzenleyicilere gerek kalmadan piyasa tarafından cezalandırılacaktır. Bu süreç, ayrıca, düzenleyicilerin kullanabileceği bir takım bilgilerin de açığa çıkmasını sağlayıp denetimi de etkinleştirecektir.

Ancak piyasa disiplinin hâkim kılınmasının da bazı tehlikeler doğurduğunu unutmamak gerekir. Özellikle kriz dönemlerinde piyasa değerlerinin temellerden sapabileceğini hatırlamamız gerekir. Burada piyasa disiplininin önemli bir parçası olan reyting ajanslarına büyük rol düşüyor. Ancak, onlarında güveninirliği 2008 krizi ile birlikte daha da sorgulanır hale geldi.

Son olarak,  piyasa disiplinin ancak ve ancak devlet müdahalesinin öngörülmediği takdirde çalışabileceğini de söylemeyi unutmayalım. Özellikle batık bankaların devletler tarafından sahiplenildiği bir durumda bu piyasa disiplinin işlemesini beklemek saflık olur.


Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: