2005 yılından bu yana özelikle Amerika’da bir küllenip bir alevlenen “ağ tarafsızlığı” (net neutrality) tartışması, geçtiğimiz hafta Amerikan Federal İletişim Komisyonunun (FCC) aldığı bir kararla yeni bir evreye girdi. Dünya medyasında flaş haber olarak yer alan bu gelişmeye Türkiye medyasında neredeyse hiç yer verilmedi. Mahkeme kararı olmadan sitelere erişimin engellenebildiği bir ülkede “bize ne bundan” demiş olabilirler. Ancak tüm nimetleriyle hayatımızın birçok alanına nüfuz eden, alışverişten eğlenceye, eğitimden sağlığa giderek büyüyen bir bağımlılık haline dönüşen internetin geleceğini etkileyecek bir karardan bahsediyoruz. Gelin, temelinde iktisadi bir sorunu da barındıran bu tartışmayı biraz daha yakından inceleyelim.
Ağ tarafsızlığı da nedir?
İnternet birçok ağı birbirine bağlayan büyük bir ağ olarak tasvir edilebilir. Bu ağın tarafsız olması ise, ağ içerisindeki verilerin ayrım gözetmeksizin, olabildiğince çabuk bir şekilde aktarılması prensibini gerektirir. Yani, internet servis sağlayıcısının taşıdığı her veriyi önceliklendirecek ya da geciktirecek bir muamele yapmadan, eşit bir şekilde iletmesi beklenir.
Ancak zamanla kullanılan uygulama ve içeriklerin artması, bunların veri gereksinimin birbirinden farklılaşması, servis sağlayıcılarda bu temel prensipten sapma güdüsü yarattı.Bazı servis sağlayıcılar karlarını azaltacak uygulamaları engelleyip yavaşlatırken, işbirliği içerisinde bulundukları içerik ve uygulamaları önceliklendirdiler. Örneğin bir internet servis sağlayıcı veri trafiğini olumsuz etkilediğini düşünerek bazı dosya paylaşım sitelerine erişimi engellerken, bir video paylaşım sitesiyle yaptığı anlaşma çevesinde o siteden gelen içeriği abonelerine daha hızlı ve öncelikli olarak aktardı. Bu ve benzeri eylemler yaygın bir şekilde görülmese de ağ tarafsızlığı tartışmasının zaman zaman hararetlenmesine sebep oldu.
Tartışma neden çıktı ve nasıl evrildi?
2005 yılında FCC’nin internet servis sağlayıcılarının bazı yükümlülüklerini kaldırması, ağ tarafsızlığı tartışmasına zemin hazırladı. Tartışmanın fitilini ateşleyen ise, ABD’nin en büyük servis sağlayıcılarından AT&T’nin CEO’sunun bir röportajında, özellikle Google ve Yahoo gibi içerik sağlayıcıları kastederek, “onların benim altyapımı bedava kullanmalarına izin vermeyeceğim” söylemi oldu.
O yıllarda tartışmanın birbirinden keskin bir şekilde ayrılmış iki tarafı vardı: ağ tarafsızlığını savunanlar ve bunu tamamıyla gereksiz bulanlar. Ağ tarafsızlığını savunanlar, bu prensipten sapmanın yeni Google’ların, Facebook’ların, Youtube’ların ortaya çıkmasını engelleyeceğini; gereksiz bulanlar ise bu prensipte ısrar etmenin altyapı yatırımlarını ve bu alandaki teknolojik ilerlemeyi engelleyeceğini savunuyordu. Fakat zamanla bu keskin görüşlerinin yerini daha sağduyulu yaklaşımlar aldı. Büyük oranda akademik çalışmalardan beslenen bu sağduyu iklimi, yasal içerik ve uygulamaları engellenmemesi, ancak makul bir ağ yönetimi yapabilmesine işaret ediyordu.
Fakat her iki tarafın da haklı olabileceğine dair bu yaklaşım, işin yasal boyutunda pek bir yankı bulmadı. 2010 yılında, FCC tartışmaya nokta koymak adına servis sağlayıcılara ağ tarafasızlığı yükümlülüğü getiren bir düzenleme yaptı. Fakat, servis sağlayıcıların itirazı sonucu bu düzenleme Amerikan mahkemelerince iptal edildi. Ancak tartışma çoktan Amerika dışına taşmıştı. Ağ tarafsızlığını internet servis sağlayıcılar için yasal bir yükümlülük haline getiren ilk ülke 2011 yılında Şili oldu. Hollanda ve sonrasında da Litvanya onu takip etti.
FCC geçtiğimiz hafta ikinci bir deneme daha yaptı. Üstelik bu sefer ki düzenleme sadece sabit internet erişimini değil, tartışmanın şimdiye kadar dışında tutulan mobil interneti de içine alıyor. Yani artık mobil operatörler de bütün uygulama ve içeriklere eşit muamele edecek, mesaj ve konuşma gelirlerini azaltan WhatsApp ve Viber gibi uygulamaları engelleyemeyecek, kendi uygulamalarını önceliklendiremeyecekler. Ve başka iş modelleri ile ticaret hayatlarını sürdürmeye çalışacaklar.
Yeri gelmişken belirtelim; Türkiye’de ağ tarafsızlığı konusunda yasal bir düzenleme henüz yok. Ancak 2012 yılında TTNET’in bazı dosya paylaşım sitelerine erişimi yavaşlattığı/engellediği gerekçesi ile BTK tarafından para cezasına çarptırıldığını biliyoruz.
Peki ağ tarafsızlığını yasalar ile korumak iyi bir şey mi?
Tartışmanın on yıldır sürmesinden anlaşılacağı gibi bu sorunun kestirme bir cevabı yok. Ama gelin soruyu bildiğimiz bir örnekten yola çıkarak cevaplamaya çalışalım. Kargo firmalarının hizmetlerini çeşitlendirdiğini, standart düzeyde verilen hizmetlerin yanında, istenildiğinde bedelini ödenmek kaydıyla daha hızlı hizmetler verdiğini biliyoruz. Eğer acele bir gönderimiz varsa, bu tür hizmetlerin varlığından memnun olduğumuzu da söyleyebiliriz. Peki, intenet üzerinden taşınan veri paketleri için de benzer bir sonuca varabilir miyiz? Yani e-posta vb. içerikler standart bir uygulamaya tabi tutulurken, video/ses/oyun gibi gecikmeye duyarlı uygulamalara öncelik sağlanması faydalı bir işleyiş sağlamaz mı? Sağladığı ekonomik değer açısından verilenin ayrıştırılması ve farklı hizmet kalitesi ile sunulmasının refah arttırıcı olduğu savunulabilir. Ancak burada iki önemli soru ortaya çıkıyor: (1) ayrımın neye göre yapılacağı, (2) nasıl bir rekabet ortamında yapılacağı.
İlk sorudan başlarsak, bahsettiğimiz türden bir ayrım bazı içerik ve uygulamalara daha üst seviyede hizmet kalitesi sağlarken, diğer içerik ve uygulamaların servis kalitesinin düşmesine sebep olabilir. Bant genişliğinin kıt bir kaynak olduğu düşünüldüğünde, bu kaçınılmaz bir durumdur. Diğer yandan, ayrımının nasıl bir rekabet ortamında yapıldığı da çok önemli. Zira iktisat teorisi, rekabetin sınırlı olduğu piyasalarda uygulanacak ayrımcılığın toplumsal refahı her zaman iyi etkilemediğini söylüyor. Örneğin Türkiye gibi pek de rekabetçi olmayan bir internet servis sağlama pazarına sahipseniz, ağ tarafsızlığından sapılması pek de sağlıklı bir durum yaratmıyor.