İnternet tüm nimetleriyle hayatımızın her alanına nüfuz etmeye devam ediyor. Alışverişten eğlenceye, eğitimden sağlığa, giderek büyüyen bu bağımlılık internet servis sağlayıcılarının rolünü de giderek arttırıyor. Bu nedenle de birçok kesim servis sağlayıcıların nasıl davranması gerektiği konusunda mesai harcıyor. Geçtiğimiz aylarda ABD başkanı Obama’nın da dahil olduğu internetin geleceği ile ilgili bu tartışma “ağ tarafsızlığı” (net neutrality) olarak biliniyor. Ve şimdiye kadar sadece sabit interneti kapsayan bu tartışmanın mobil interneti de içine alacağı görülüyor.
Bu tartışma nereden çıkmıştı?
2005 yılında Amerikan Federal İletişim Komisyonu’nun (FCC) internet servis sağlayıcılarının bazı yükümlülüklerini kaldırması, ağ tarafsızlığı tartışmasına zemin hazırladı. Tartışmanın fitilini ateşleyen ise, ABD’nin en büyük servis sağlayıcılarından AT&T’nin CEO’sunun bir röportajında özellikle Google ve Yahoo gibi içerik sağlayıcıları kastederek, “onların benim altyapımı bedava kullanmalarına izin vermeyeceğim” söylemi oldu.
İnternet aslında birçok ağı birbirine bağlayan büyük bir ağ olarak tasvir edilebilir. Bu ağın tarafsız olması ise, ağ içerisindeki verilerin ayrım gözetmeksizin olabildiğince çabuk bir şekilde aktarılması prensibini gerektirir. Yani, servis sağlayıcının taşıdığı veriyi önceliklendirecek ya da geciktirecek bir muamele yapmadan iletmesi beklenir. Ancak zamanla, kullanılan uygulama/içeriklerin artması ve bunların veri gereksinimin birbirinden farklılaşması, servis sağlayıcılarda bu temel prensipten sapma güdüsü yarattı. Bazı servis sağlayıcılar karlarını azaltacak uygulamaları engelleyip yavaşlatırken, işbirliği içerisinde bulundukları içerik ve uygulamaları da önceliklendirdiler. Bu tür eylemler yaygın bir şekilde görülmese de tartışmanın zaman zaman daha da hararetlenip canlı kalmasına sebep oldu.
On yılda bu tartışma nasıl evrildi?
On yıl önce ilk alevlendiğinde bu tartışmanın birbirinden keskin bir şekilde ayrılmış iki tarafı vardı: ağ tarafsızlığını savunanlar ve bunu tamamıyla gereksiz bulanlar. Tartışma zaman içinde internet fanatikleri, politikacılar ve akademisyenlerden giderek büyüyen bir ilgi gördü. Ancak yine de, kamuoyu önünde yapılan beyanların bir kısmı pek de gerçeği yansıtmayan duygusal dürtüler şeklinde oldu. Temelde, ağ tarafsızlığını savunanlar, bu prensipten sapmanın yeni Google’ların, Facebook’ların, Youtube’ların ortaya çıkmasını engelleyeceğini; gereksiz bulanlar ise bu prensipte ısrar etmenin altyapı yatırımlarını ve bu alandaki teknolojik ilerlemeyi engelleyeceğini savundu.
Fakat zamanla sağduyu ve üçüncü bir yolun bulunabileceği düşüncesi tartışmaya hâkim oldu. Akademik çalışmaların katkısının da yadsınamayacağı bu olgunlaşma süreci, FCC’nin 2010 yılında yaptığı bir düzenleme ile somutlaştı. Buna göre servis sağlayıcılar, yasal içerik ve uygulamaları engelleyemeyecek fakat makul bir ağ yönetimi yapabilecekti. Yani, servis sağlayıcıların değeri yok eden eylemlerine yasak getirilirken, değer yaratabilecek bazı iş modellerini uygulamalarına izin verildi.
AB’de ise 2009’daki ek düzenlemeler ile yasal olarak, ağ tarafsızlığından yana bir tavır koyuldu. Fakat uygulamada ortaya çıkan durumun biraz tartışmalı bir hal aldığını da belirtmek lazım. Türkiye’de ise ağ tarafsızlığı konusunda yasal bir düzenleme olamamasına rağmen Bilgi Teknolojileri ve İletişimi Kurulunun 2012 yılında TTNET aleyhine aldığı kararın kurulun bu konuya bakışını yansıttığı söylenebilir. Bu kararla kurul, TTNET’in bazı dosya paylaşım ve video sitelerine erişimi yavaşlattığı/engellediği gerekçesi ile para cezasına hükmetmişti.
Tartışma ne durumda?
Geçtiğimiz aylarda ağ tarafsızlığı tartışmasına iki yeni olay damgasını vurdu. İlki, Obama’nın, başkanlıktan ayrılmadan önce kalıcı bir miras bırakma motivasyonundan olsa gerek, FCC’yi bu konuda ağ tarafsızlığından yana yeni bir düzenleme yapmaya çağırmasıydı. Tabii ki dünyanın en güçlü adamının bu çağrısı bazı çevrelerde sevinçle karşılanırken, bazı çevrelerde de rahatsızlık uyandırdı. Örneğin AT&T’nin yeni CEO’su böylesine karmaşık bir ortamda yeni yatırımlar yapmayacaklarını açıkladı. Fakat başta da söylediğimiz gibi, kamuoyu önünde bu konuda yapılan çıkışlar genelde duyguların hakim olduğu, aklın ise daha sonra devreye girdiği tartışmalar oluyor. Nitekim gerek Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalar, gerekse AT&T gelen sonraki açıklamalar, daha sağduyulu ve yumuşak açıklamalar oldu.
Tartışmaya son dönemde damgasını vuran ikinci şey ise, ağ tarafsızlığı düzenlemelerinden büyük ölçüde muaf olan mobil servis sağlayıcıların da sabit servis sağlayıcılar ile benzer yükümlülüklere maruz kalacak olmaları. Mobil internet hizmetlerinin iş ve günlük hayatın bu kadar içine girdiği günümüzde, bu durumun tartışmaya yeni bir boyut kazandırdığını söyleyebiliriz.
Peki, ne olacak?
Teknoloji konusunda öngörüde bulunmak oldukça zor. Konu internetin geleceği olunca bu zorluk bir kat daha artıyor. Fakat en azından bu tartışmada, son on yılda, genelde sağduyu kazandı. Sivil toplum örgütlerinin, internet ekonomisinden para kazanan şirketlerin, akademisyenlerin, mahkemelerin ve hatta politikacıların katkısıyla düzenleyiciler, sert ve keskin düzenlemelerden büyük oranda kaçındı. Çok taraflı bu ortam bozulmadıkça da internet gibi altın yumurtalayan bir tavuğun kesilmesini beklemiyoruz.