Uzun süredir hazırlıkları devam eden yerli otomobil projesi geçtiğimiz hafta tanıtıldı. Bir prototip ile karşılaşacağımızı umarken, henüz markası olamayan ama trafiğe çıkmaya hazır bir otomobil ile karşılaştık. Hal böyle olunca, projenin kapsamından, ortaya çıkan ürünün niteliğine ve onun ne kadar “yerli” olduğuna dair birçok soru işareti oluştu. Sonrasında yapılan her açıklama ise yeni soruların ortaya çıkmasına sebep oldu.
Proje ve sunulan “prototip” ile ilgili benim aklıma gelen sorular şunlar:
- Tanıtılan otomobil bir prototip mi? Zira tanıtım videosunda trafikte diğer araçlar ile birlikte seyreden tam bir otomobil gördük.
- Proje kim(ler) tarafından finanse ediliyor? Ne kadarını devlet destekliyor? Şimdiye kadar kim ne kadar harcadı? Proje için bir fayda-maliyet analizi yapıldı mı?
- Otomobilin elektrikli olacağı söyleniyor. Mevcut şasi ve karoser elektrikli otomobil için uygun mu? Zira pek çok başarısız örnek var. Bunlardan farkı ne olacak?
- SAAB’a ait bir platformunun fikri mülkiyet haklarının satın alındığı söyleniyor. Bu şekilde geliştirilecek bir otomobilin 80’li-90’lı yıllarda Fiat lisansı ile üretilen kuş (Doğan, Şahin, Kartal, Serçe) serisinden farkı ne olacak?
Eminim sizlerin aklına başka sorular da geliyordur. Fakat, şimdiye kadar yapılan açıklamalar bu soruları cevaplamamıza yetmiyor. Verilen bilgilerin kıtlığı ise, başka soruları akla getiriyor. Benim görüşüm, bu projenin bir komplo teorisi ile sonlandırılacağı şeklinde. Ama gelin biz cevapları olmayan sorulara değil de, üzerinde düşünebileceğimiz sorulara kafa yoralım. En azından bu konuda …
Yerli otomobil neden ve nasıl ulusal bir gurur meselesi haline geldi?
Otomobil geçtiğimiz yüzyıldaki toplumsal devinime katkıda bulunmuş önemli bir icattır. Özellikle Henry Ford’un üretimde yeni bir tekniği, bant sistemini kullanması ve bunun yaygınlaşması ile otomobil orta sınıfın sahip olabileceği bir ürün haline geldi. Fakat, farklı modelleri ile, sahipleri için bir statü sembolü olmayı sürdürdü. Gelişmekte olan ülkelerde ise, özellikle 1960-80 arası uygulanan ithal ikameci politikalarla yerli otomobil üretimi ulusal bir gurur meselesi haline geldi.
Uluslararası rekabetten yalıtılmış bu dönemi iyi değerlendiren Güney Kore gibi ülkeler, bugün dünya pazarında Hyundai-Kia gibi markalar ile söz sahibi oldu. Bu dönemde Türkiye de otomotiv sanayi konusunda çok şey öğrendi. Fakat bunu dünya pazarında söz sahibi olacak bir markaya dönüştüremedi. Belki bugün ihracatımızın en büyük kalemlerinden birinin otomotiv olmasını da bu dönemdeki gelişmelere borçluyuz. Fakat bu durum yarattığımız markaları bugün kendi yollarımızda görmeye yetmedi. Üretimine 1966 yılında başlanan Anadol ile olan sevdamız 1984’te bitti. Bundan sonraki süreçte ise, aşağı yukarı her iktidar yerli otomobil konusunda vaadler sundu; sunmaya da devam ediyor.
Nasıl bir maceraya atılmak istiyoruz?
Günümüzde gelişmiş ülkelerde her iki kişiden biri otomobil sahibi. Gelişmekte olan ülkelerde ise otomobil sahipliği göreli olarak düşük düzeylerde. Örneğin Türkiye’de her sekiz kişiden birinin, Çin’de ise her 20 kişiden birinin otomobili var. Otomotiv firmaları hem maliyet avantajları hem de doymamış pazarları sebebiyle üretimlerini bu ülkelerde yoğunlaştırıyorlar.
Otomobil imalatının karlı bir iş olduğu kadar zorlu bir iş olduğunu ise küresel otomotiv piyasasına bakınca anlıyorsunuz. Bu sektördeki bir firmayı ayakta tutan şey araştırma ve geliştirme (ARGE). Yani birkaç yılda bir yeni bir model çıkartmaz ve bu modellerinizi size özgü yenilikler ile donatamazsanız tüketiciler sizi unutuyor. Bu yeniliklerin sürdürülebilir olması ise firmanızın üretim kapasitesi ve ürün çeşitliliği ile yakından ilgili. Bu endüstrilerde üretim miktarınızın artışı ile birim maliyetlerin azaldığı ölçek ekonomileri söz konusu. Ayrıca, üretim bandınızın ve yeniliklerin maliyetlerini düşüren ürün çeşitlendirmesine dayalı kapsam ekonomileri de var. Bu iki etkinin somut kanıtlarını, küçük ölçekli firmaların zora girmesi ve bazılarının büyük ölçekli firmalar tarafından satın alınması olarak gözlemliyoruz. Böylelikle büyük ölçekli firmalar marka ve model portföylerini zenginleştirip hem ölçek hem de kapsam ekonomilerinin nimetlerinden faydalanıyor.
Bu şartlarda yerli otomobil üretmek ne kadar mantıklı?
Otomobil geçtiğimiz yüzyılın bir ürünüydü. Şartlar geçtiğimiz yüzyılda yeni bir markanın olgunlaşıp gelişmesine elverişli bir ortam sağlayabiliyordu. Bugünün küreselleşmiş ekonomilerinde, sizin dünya ile rekabet edebilecek otomobilleri üretiminizi bekleyecek tüketicileri bulmanız çok zor.
Otomobil sahipliğine bakarak Türkiye’nin henüz otomobile doymadığını (yollar yetmese de!) söyleyebiliriz. Peki, yerli bir markanın doyuracağını söyleyebilir miyiz? Buna evet diyebilmek için, en küçüğü yılda iki milyon otomobil üreten firmalar ile bu markanın yarışabiliyor olması gerekir. Oysa Türkiye’de yılda 600 bin yeni otomobil oldukça rekabetçi bir ortamda satılıyor. Ulusal gurur ve onun yarattığı psikoloji ile bu otomobilleri satın alanların 100 bini bu yerli markayı almaya razı olsa, bir o kadar da ihraç etsek, toplam kapasite ancak 200 binlere erişir. Ölçek ve kapsam ekonomilerinin böylesine etkili olduğu bir endüstride, birkaç model ve 200 bin kapasite ile fiyat ve kalitede rekabet edebilmek açıkçası hoş ama kısa bir rüya olur. Zira, öğrenme süreçleri ve ölçek problemleri nedeniyle üretimine yeni başladığınız bir otomobili mevcut firmalar kadar avantajlı fiyatlara üretemezsiniz. Bu durum, uluslararası rekabetten yalıtılmış 60’lı-70’li yıllarda yaşamadığımız için de, ürününüze ticari başarı şansı tanımaz. Yani, yerli bir otomobili yapabilirsiniz ama satamazsınız!
Otomobil olmuyorsa, yerli olan başka ne üretebiliriz?
Bu sorunun cevabı için ilk adım, yerli üretim için harcayacağımız kaynakların alternatif kullanımlarını dikkate almak olacaktır. Yani, yerli otomobil için kullandığımız kaynakları başka bir girişimde kullansak daha çok fayda sağlayabilir miyiz? Bugün Türkiye’nin enerji ithalatı bir yandan ekonomideki kırılganlığı arttırırken diğer yandan da bizi bazı ülkelere bağımlı kılıyor. Petrol ve doğalgaz fakiri bir ülke olabiliriz. Fakat Avrupa’nın en fazla güneş gören ülkesiyiz. Acaba bu özelliğimizi sadece turist çekmek için değil de, yerli güneş enerjisi sistemleri geliştirmek için de kullanamaz mıyız? Böyle bir projenin olası toplumsal faydası yerli otomobil üretmekten daha mı azdır? Bunun gibi soruları sormadığımız sürece, sonu komple teorileri ile biten projelerden kendimizi kurtaramayız.
Konu ile ilgili iki yazı daha